whatsapp-desktop
  • Anlaşmalı Kurumlar
  • Sağlık Bülteni
  • Yayınlar
  • Kariyer
whatsapp-desktop

Check-up Hizmetleri

Check-up Merkezimizde randevularınızı aldıktan sonra laboratuvarımızda tüm kan ve görüntüleme işlemleri yaklaşık 2.5 saat gibi bir sürede tamamlanmaktadır. Sonuçlarınız çıktıktan sonra tüm değerlendirmeleriniz ile birlikte doktorumuz size bu sonuçlar konusunda bilgiler vermekte ve eğer herhangi bir klinik gösterge varsa bu durumla ilgili detaylı incelemelerin sürdürülmesi için ilgili branşı size tavsiye ederek erken teşhis ve tedavinizin uygulanmasını sağlamaktayız.

Check-up İçerikleri

Kanımızın içinde dokularımıza oksijen taşıyan hücreler, iltihap hücreleri ve pıhtılaşma ile ilgili hücreler bulunmaktadır. Bu hücreler dışında, pıhtılaşma proteinleri olan fibrinojen, metabolik artıklar, öncül maddeler, yağlar, şeker, hormonlar, fonksiyonel proteinler, enzimler, mineraller, moleküller, vücudun korunma sistemleri, bağ dokuları ile ilgili birçok madde, tümör belirleyiciler ve vücut sıvımız gibi birçok madde kanımızda bulunmaktadır.
Önceden yapılmış standart testlerle bu maddelerin kandaki miktarları standart açlık sürelerine göre belirlenmiştir. Belirlenen bu miktarlar 'normal değerler' olarak ifade edilir.
  • Vücudumuzun herhangi bir yerinde hücresel yıkım artmış, yani o doku hastalıklarla savaşmakta ise, bu hücrelerin içerikleri normalin üzerinde bir seviyede kana karışır. Bu şekilde, bu tip hücrelerin bulunduğu yerde ya da hücrelerin fonksiyonlarında bir problem olduğu anlaşılır.
  • Vücudumuzda normal olarak bulunması gereken bir madde azalmış ya da artmış olabilir. Bu, çok çeşitli sorunlar nedeniyle olabilir. Örneğin demir eksikliği tespit edilmesi bu mineralin alımında, emiliminde, taşınmasında olabilecek sorunları araştırmaya yön verirken, kanama ile kaybını da düşündürebilir. Bu konudaki örnekler çoğaltılabilir.
  • Vücudumuzda normal şartlarda bulunmaması gereken bir madde yüksek bulunabilir. Bu kanser veya iyi huylu da olsa tümör, sistemik, genetik kaynaklı hastalıklar ve benzeri durumlara işaret eder.
  • Kanımızdaki hücreler yine çeşitli nedenlerle artmış ya da azalmış olabilir. Kırmızı kan hücrelerinin (eritrositler) dağılım ve büyüklükleri, iltihap hücrelerinin (lökositler) tipleri, pıhtılaşma hücrelerinin (trombosit veya plateletler) dağılımları bize yine birçok kan hastalığı hakkında bilgi verir.
Check-up işlemi sırasında genel olarak aşağıdaki kan tahlilleri yapılır:
  • Tam kan analizi ve sedimantasyon
  • Karaciğer fonksiyon testleri
  • Böbrek fonksiyon testleri
  • Safra kesesine ait parametreler
  • İlaç kullanımı ve detoksifikasyon (zehirsizleştirme) fonksiyonları hakkındaki testler
  • Sarılık (Hepatit), eritrosit metabolizması
  • Kan şekeri
  • Kan yağları (iyi kolesterol HDL, kötü kolesterol, trigliserit, VLDL ve total kolesterol, total lipid)
  • Kan yağlari risk indeksi
  • Mineraller (Kalsiyum, fosfor, magnezyum, çinko, demir ve demir bağlama kapasitesi)
  • Kan proteinleri
  • Bilirubin paneli
  • Tiroid fonksiyonları
  • Gut hastalığı taraması
  • Enfeksiyon ve romatizma belirleyicileri
  • Genel tümör belirleyiciler
  • Prostat testleri
Bu testlerin her biri için detaylara yukarıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
İdrar, vücudumuzda istenmeyen artıkların atılmasını ve atılmasını istemediğimiz maddelerin tutulmasını sağlayan seçici bir geçirgenliği olan böbreğin atık ürünüdür. Böbreğin bir nevi kanı süzen ve temizleyen bir işlevi vardır.
İdrarda herhangi bir maddenin fazla olması, o maddenin kanda istenilenden çok olduğunu ve bu maddeyle ilgili metabolik bir bozukluk olduğunu gösterir. Ayrıca, bazı hücre tipleri, mesane ve idrar yollarında sorunlara dikkat çeker.
Görüntüleme, X-ray ve ultrasonik ses dalgalarıyla organ patolojilerini gösterir. Testler ile ilgili detayları yazımızın devamında bulabilirsiniz.
Tomografi ve MR testleri, rutin Check-up içerisinde bulunmaz. Bu testler hem yıpratıcı, hem uzun, hem de kişinin gereksiz yüksek doz radyasyon ve magnetik alan etkisine maruz kalmasına neden olur.
Bu testler ancak Check-up kapsamında yapılan diğer test ve görüntülemede rastlanan patolojik durumların detaylı araştırılması gerektiğinde, doktor değerlendirmesi sonucunda yapılmasına karar verilen, hasta için rutin olarak yapılması zahmetli ve sakıncalı işlemlerdir. Gerekli görüldüğünde yalnızca patolojik durumun kesin teşhisi ve tedavi takibi için yapılır.
Lökosit (LEU, WBC, Beyaz Küre, Akyuvar): Kandaki iltihap hücrelerinin sayımıdır. Vücudumuzun herhangi bir yerinde farkında olduğumuz ya da olmadığımız bir enfeksiyon (bakteri ya da virüs kaynaklı), alerjik ya da sistemik bir reaksiyon olup olmadığını, kısaca vücudumuzun romatizma, kanser, ateşli hastalıklar, otoimmun hastalıklar gibi bir hastalıkla savaşmakta olup olmadığının genel göstergesidir.
Eritrosit (ERY, RBC, Kırmızı Küre, Alyuvar): Kandaki dokulara içerdiği demir yardımıyla akciğerden aldığı oksijeni taşıyan ve dokularda biriken karbondioksiti akciğere taşıyarak atılmasını sağlayan hücrelerin sayımıdır.
Trombosit (PLT, Platelet): Bu hücreler kanın pıhtılaşma proteinlerini oluşturmaktadır ve kanamaya tıkaç oluşturma görevleri vardır. Miktarı düşükse bu trombositopeni (bu hücrelerin hızla parçalanmakta ya da az yapılmakta olduğu) anlamına gelir. Her ikisi de kanamanın durmaması sorununu getirir. Miktarı yüksekse trombositoz anlamına gelir. Fazla üretimi (iyi yada kötü huylu kanser, kan hastalıkları gibi durumlarda) gereksiz damar içi pıhtılaşmalara neden olur. Damar tıkanıklıkları ile sonuçlanabilir.
Hemoglobin (HGB): Kanda demir ve oksijeni bağlamakla görevli bir proteinin miktarıdır. Vücudun enerji yetersizliğinin en önemli ve ilk göstergesidir. 
Hematokrit (HTC): Kan içindeki eritrosit hücrelerin toplam hacim fraksiyonudur (PCV=packed cell volume veya EVF=Eritrosit volum fraksiyon). Anemilerde (kansızlıkta) bu hücrelerin sayısı vücut tarafından çoğaltılmaya çalışılır ve bu nedenle bu fraksiyon normalden fazla görülür. Yani bu test kansızlığı belirlemeye yarar.
MCV (Mean Corpuscular Volume): Oksijen taşıyan hücrelerin ortalama büyüklüğüdür. MCV düşükse eritrositler daha ufak, yüksekse daha genişlemişlerdir. Demir eksikliği anemisinde eritrositler küçülür; dolayısıyla MCV değeri düşük çıkar. B12 vitamini eksikliği anemisinde ise eritrositler büyümüştür; MCV yüksektir.
MCH (Mean Corpuscular Hemoglobin): Hb tam kan içindeki hemoglobin miktarını verirken MCH sadece eritrosit içindeki hemoglobinin miktarını verir. Düşük olması anemiyi (kansızlığı) gösterir.
MCHC (Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration): MCH parametresinin eritrosit, yani alyuvar hacminden bağımsız olarak toplam eritrosit miktarına oranıdır. Eritrosit sayısından bağımsız olarak eritrositlerin hacmine göre hemoglobin miktarının ifadesidir. Kansızlık varsa, nedeninin hemoglobin mi, yoksa eritrosit sayısına mı bağlı olduğu hakkında fikir verir.
MPV (Mean Platelet Volume): Pıhtılaşma hücrelerinin tüm hücrelere oranıdır. Genç trombositler boyut olarak diğerlerinden büyük olduğundan, yüksekliği trombosit yapımının hızlandığını ve ortamda pıhtılaşma hücrelerinin yapım veya yıkımında sorun olduğunu belirten kan hastalıklarının göstergesidir. Düşüklüğü ise kemik iliğinde trombosit yapımı ile ilgili bir problem işaret eder. Trombosit sayısı diğer hücrelere göre azdır.
PCT (Platelet Crit): Kanın platelet hücrelerinin diğer hücrelere yüzde olarak oranıdır. Tek başına değerlendirilemez. Tam kan içindeki diğer parametrelerle ile birlikte değerlendirildiğinde platelet fonksiyonları hakkında bilgi verir.
PDW (Platelet  Distribution Width): Kandaki diğer hücrelerin yoğunluk ve boyutlarına göre plateletlerin dağılımını gösterir. Bu parametre de pıhtılaşma bozuklukları ile hücre sayısı arasındaki bağlantının araştırılmasında diğer kan parametreleriyle birlikte değerlendirilir.
P-LCR (Platelet Large Cell Ratio): P-LCR büyük olan trombosit hücrelerin normal trombosit hücrelerine oranını ifade etmektedir.
NEU (Nötrofil sayımı): Nötrofiller vücudumuzu enfeksiyonlardan koruyan beyaz kan hücrelerinin bir tipidir. Nötrofiller organizmayı mikroorganizmaların istilasından bir nevi onları yutarak (fagositoz) korur. Yeterince nötrofilimiz yoksa vücudumuz bakteriler ile savaşamaz.  Nötrofil seviyesinin düşük olması birçok enfeksiyon riskini artırır. Yüksek olması ise vücudumuzda bir enfeksiyon olduğunu işaret eder.
NEU% (Nötrofil yüzdesi): Nötrofillerin genel lökosit sayımına göre miktarı o hastalığın hangi hücrelerle giderilmeye çalıştığının göstergesidir.
LYM (Lenfosit sayımı): Lenfositler vücudumuzu enfeksiyonlardan koruyan beyaz kan hücrelerinin bir tipidir. Lenfositler sitotoksik, yani hücre öldürücü kimyasallar salgılayan hücre tipidir. Özellikle viral enfeksiyonlarda, lökemi ve lenfomalarda yüksek çıkar. Düşük olması da ameliyat sonrası enfeksiyonları düşündürür. Melanom ve kolorektal kanserde kanser hücresini öldürmek için o bölgede birikirler.
LYM% (Lenfosit yüzdesi): Lenfositlerin genel lökosit sayımına göre miktarı o hastalığın hangi hücrelerle giderilmeye çalıştığının göstergesidir.
MON (Monositler): Monositler vücudumuzu enfeksiyonlardan koruyan beyaz kan hücrelerinin bir tipidir. Enfeksiyonlara ilk cevap veren hücrelerdir. Yüksek olmaları bir organ ya da bölgede bir enfeksiyonun başladığını ve ilk immun cevabın oluştuğunu gösterir. Daha sonra makrofajlara dönüşürler ve enfeksiyon nedenini ortadan kaldırırlar.
MON% (Monosit yüzdesi): Monositlerin genel lökosit sayımına göre miktarı o hastalığın hangi hücrelerle giderilmeye çalıştığının göstergesidir.
BAS (Bazofiller): Bazofiller vücudumuzu enfeksiyonlardan koruyan beyaz kan hücrelerinin bir tipidir. Kemik iliğinde üretilen bir hücre türü olmasına rağmen vücudumuzdaki birçok dokuda bulunurlar. Düşüp bir yerinizi yara yaptığınızda ya da bir yaranız enfeksiyon kaptığında sizi iyileştirmeye çalışan hücreleriniz bazofillerdir. Parazitlerden kaynaklanan enfeksiyonlar ile savaşmanın yanında, bazofiller kan pıhtılaşmasına engel olur ve alerjik reaksiyonlarda histamin salgılar. Bazofil seciyesinin düşük olması alerjik bir reaksiyonun göstergesi olabilir. Bir enfeksiyonun daha uzun sürede iyileşmesine neden olabilir. Bazı durumlarda, bazofil seviyesinin çok yüksek olması belirli kan kanserlerinden kaynaklanabilir.
BAS% (Bazofil yüzdesi): Bazofillerin genel lökosit sayımına göre miktarı o hastalığın hangi hücrelerle giderilmeye çalıştığının göstergesidir.
EOS (Eozinofiller): Eozinofiller vücudumuzu enfeksiyonlardan koruyan beyaz kan hücrelerinin bir tipidir. Eozinofiller vücudumuza yerleşen virüs, bakteri ve parazitleri yok etmeye yardımcı olurken alerjik reaksiyonlarla savaşmamıza da destek olur. Eozinofiller alerjik reaksiyonlarda ve bazı parazit enfeksiyonlarında artarlar; alerjik reaksiyonların da oluşmasına nedendirler. Eozinofiller alerji, egzama ve astıma bağlı enflamasyonlarda önemli rol oynar.
EOS% (Eozinofil yüzdesi): Eozinofillerin genel lökosit sayımına göre miktarı o hastalığın hangi hücrelerle giderilmeye çalıştığının göstergesidir.
RDW-SD (Red Blood Cell Distribution Width Standard Deviation): Kırmızı kan hücrelerinin diğer kan hücreleri arasındaki dağılımını gösterir. Kan hücrelerinin her birinin farklı boyutları vardır. Eritrositler 6-8 mikron çapındadır. Eğer anemi, yani kansızlık varsa ve bunun sebebi folik asit yetersizliği, B12 yetersizliği, demir yetersizliği veya başka benzeri nedenler ise bu hücrelerin çapı büyür ve bu değer yüksek çıkar.
RDW-CV (Red Blood Cell Distribution Width Coefficient of Variation): RDW-SD sapmasını kullanarak yapılan bir hesaplamadır. 1 SD’nin MCV’ye (Mean Corpuscular Volume, yani oksijen taşıyan hücrelerin hacmi) oranına bakarak hücrelerin dağılımını ölçer. RDW-SD ile benzer işleve sahiptir ancak hafif demir eksikliği gibi durumlarda RDW-SD’den daha iyi bir indikatör olabilmektedir.
IG (İmmünoglobülin): Kandaki belirli immünoglobülinlerin, veya antikorların ölçümüdür. Antikorlar bakteri, virüs ve toksinler gibi antijenlerle savaşmak için bağışıklık sistemimiz tarafından üretilen proteinlerdir. Vücut farklı antijenlerle savaşmak için farklı immünoglobülinler üretir. Yüksek olmaları vücudunuzun bir alerji ile savaştığını veya bağışıklık sisteminizin normalin üzerinde aktif olduğunu gösterir.
IG% (İmmünoglobülin yüzdesi): İmmünoglobülinlerin yüzdesi herhangi bir alerjinin hangi antikorlar giderilmeye çalıştığının göstergesidir.
Glukoz (kan şekeri) diyabet hastalığının bir göstergesidir. Ancak diyet, günlük stres, beslenme gibi faktörlere bağlı olduğundan, yüksek ya da sınırda olması hiperglisemi, düşük olması hipoglisemiye işaret eder. Her iki durum da kişinin enerji ihtiyacı ile ilgilidir ve pankreastan salınan şeker kullanımını düzenleyici insülin hormonunun ya tamamen eksikliği, ya yetersizliği, ya da tam tersine aşırı salınımı ile karakterize hastalıklarla kendisini gösterir. İnsülin salgılanmıyor ya da yetersizse Tip I diyabet, salgılanıyor ancak hala kan şekeri yüksek ise durum insülin direnci, yani Tip II diyabet olarak adlandırılır. Şeker 12-14 saat standart açlıkla değerlendirilir. Yüksekse veya çok düşükse doktor daha ileri tetkikler isteyerek belki de gizli olan şeker hastalığını ortaya çıkarmak için  klinik bir yol izler.
Total Lipid: Lipidler hücrelerin önemli bir yapıyaşı ve enerji kaynağı olan yağ ve yağ-benzeri maddelerdir. Lipid paneli tüm kan yağlarının toplam miktarını ölçer. Lipidlerin belirli düzeylerde kalmaları sağlık açısından önemlidir.
Total Kolesterol: Kolesterol kanda apoprotein adı verilen ve kendisi dışında başka tür yağları da içeren bir protein topu içinde bulunur. Bunlar kolesterol içeriklerine ve görevlerine göre farklı isimlendirilirler. Total kolesterolün yüksek olması kalp damarlarının tıkanma riskine neden olabileceğinden bu değerin 200mg/dl’nin altında olması istenir. Bu nedenle sıklıkla kontrol edilmeli, totaliyle beraber diğer alt fraksiyonlarına da bakılmalıdır.
HDL Kolesterol: HDL (High Density Lipoprotein) halk arasında iyi kolesterol olarak adlandırılan, damarlarda biriken kolesterolü bünyesine alıp karaciğere götürerek damarlardaki birikimini engelleyen molekül yapısıdır. Bu nedenle yüksek olması istenir.
LDL Kolesterol:  Karaciğerde yapılan VLDL (Very Low Density Lipoprotein) adlı molekülden trigliserit denilen yağların ayrılarak dokulara taşınması sırasında, içindeki kolesterolü damar duvarlarına bırakması nedeniyle ateroskleroza (damar tıkanması) yol açtığı için halk arasında kötü kolesterol olarak adlandırılır. Düşük olması istenir.
VLDL Kolesterol: Karaciğerde yapılan ve içeriğinde trigliserit denilen yağ tipi yüksek oranda bulunan moleküldür. Karaciğerden dokulara trigliseriti enerji kaynağı olarak taşırken LDL’ye dönüşür. VLDL karaciğerde depolanan ve sentezlenen trigliserit, fosfolipid ve kolesterolü ihtiyacı olan dokulara taşımakla sorumlu olarak yola çıkan ilk moleküldür.
Trigliserit: Vücudun şekerden sonraki ana enerji kaynağı olan yağlardır. Vücut bu enerji kaynağına alındığı anda ihtiyaç duymuyorsa daha sonra kullanmak üzere depolar. Kanda trigliserit ne kadar yüksek olursa vücut onu dengelemek için o kadar kolesterol sentezler; böylece trigliserit yüksekliği daha zararlı hale gelir. Spor yapıldığında yakılan yağlar da trigliserittir. Gıdalardan alınan fazla kalori trigliserit olarak depolanır.
Kan Yağları Risk İndeksi: American Heart Association (Amerikan Kalp Cemiyeti) dünyada kalp hastalıklarından ölüm ile kan yağları arasında istatistiksel araştırmalar yapmış ve kişinin kan yağları durumuna göre, kalp hastalıklarına yakalanma riskini oran olarak ifade etmiştir. Düşük ve orta risk grubunda olanlara göre yüksek riski olan kişilerin kan yağları, yaşam ve beslenme biçimini çok daha yakından izlemeleri konusunda bir uyarıdır. 
Kalsiyum (Ca++): Metabolizmanın birçok yerinde son derece önemli bir mineraldir. Hücreler arası ve hücre içi birçok molekül ve hormonun sinyalizasyonu, taşınması, sinir hücrelerinin elektriksel dengesi, kasların çalışması, kemik ve diş yapısında yer alması nedeniyle fazlasıyla etkindir. Eksikliğinde kemik erimesi, sinirsel aktivitede sorunlar ve daha birçok hücresel olayda aksaklıklar görülür. Eksikliği osteomalazidir. Fazlalığında ise böbrekte  kalsiyum oksalat taşlarına neden olur; bu nedenle fazlasının idrarla atılması gerekir. Kandaki fosfor ve kalsiyum oranının uyumlu olması gerekir.
Fosfor (P): Fosfor ana enerji molekülümüz olan ATP’ye (Adenozin trifosfat) bağlı bulunur. Görevi bağlarında hapsettiği enerjiyi vücudun enerjiye ihtiyacı olan her bölgesinde ortama vererek enerji sağlamaktır. Fosfor eksikliğinde şiddetli halsizlik, metabolik reaksiyonların tümünde bozukluk görülür.
Demir (Fe): Demir vücudumuzda oksijen taşıyan moleküldür. Eritrosit içindeki hemoglobine bağlıdır ve akciğerlerde soluk aldığımızda 4 molekül oksijen bağlama yeteneğindedir. Oksijen  vücudun enerji kaynağı olduğundan, demir eksikliğinde halsizlik olur metabolizma yavaşlar.
Demir Bağlama Kapasitesi (TDBK): Bağırsaktan emilen demir hemen hemoglobin içerisine giremez. Önce transferrin adında bir protein ile bağlanır ve hemoglobin yapısında yer alana kadar bu şekilde taşınır. Eğer kanda demir azalırsa, bu proteinin miktarı daha fazla demir bağlayabilmek için yükselir. Kanda demir normal ya da fazlaysa düşer. Görevi, kanın demir seviyesini korumaktır. Eksikliğinde anemi (kansızlık) olur ve bu proteinin yapımında bir bozukluk olduğu düşünülür.
Doymamış Demir Bağlama Kapasitesi (UIBC): Kanda daha fazla demir bağlamak için kalan kapasiteyi gösterir. Demir bağlama kapasitesinin doygunluk olarak ifadesidir. Demir bağlayan protein olan transferrinin demir içeriği olarak yüzde kaç oranında doygun olduğunu gösterir. Demir bağlama kapasitesi ve demir miktarı ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Magnezyum (Mg): Diğer minerallerle birlikte sinir uyarımını ve kas kasılmalarını düzenler. Ayrıca enerji metabolizmasında rol alan pek çok enzimi etkin biçime dönüştürür. Kanda eritrositlerin içinde de bulunur. Hücrenin enerji metabolizmasında rol oynar. Birçok enzimin aktivatorüdür. Mg olmazsa o enzimin gerçekleştirdiği metabolik reaksiyon da olmaz. Hipomagnezemi, yani azlığı, böbrek yetmezliği, diyabetik koma, hipotiroidizm ve Addison hastalığında; fazlalığı, yani hipermagnezemi, sindirim sistemi hastalıkları, böbrek, hormonal ve metabolik hastalıklar, pankreatitlerde görülür.
Çinko (Zn): Çinko, vücuttaki pek çok fonksiyonda görev alan bir mineraldir. Protein sentezi, büyüme ve cinsel gelişimin yanı sıra bilhassa bağışıklık sistemi için oldukça gereklidir. Vücudun kendi kendini iyileştirmesi ve yenilemesi gereken durumlarda ve zihinsel fonksiyonlarda önemli roller üstlenir. Cildin ve kasların erken yaşlanmasını önler. Hücre yenilenmesini destekleyerek cildi güzelleştirir, tırnakları güçlendirir ve saç dökülmesini önler. Çinko eksikliğinde, bağışıklık sistemi zayıflar; halsizlik, yaraların geç iyileşmesi, saçlarda zayıflama ve dökülme gibi belirtiler görülür. Ayrıca, gelişme geriliği, iştahsızlık, öğrenme ve dikkat eksikliği görülebilir. Çinko eksikliği bunların dışında, çocuklarda cinsel gelişim geriliğine ve yetişkinlerde ise sperm sayısının azlığına neden olmaktadır. Tırnaklardaki beyazlama çinko eksikliğinin belirtileri arasındadır. Yemeklerin yanlış pişirilmesi sonucu besin değerlerini kaybetmesi, alkol ve stres çinko eksikliğine neden olan başlıca faktörlerdir. Çinko fazlalığı ise bulantı, kusma ve ishal, huzursuzluk, terleme ve titreme gibi sorunlara ve kolesterol dengesizliğine neden olabilir. Ayrıca, bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve aşırı kullanımlarda tümör oluşumuna neden olur.
Total Protein: Kandaki proteinlerin toplamıdır. Proteinlerin büyük bir kısmı karaciğer hücrelerinde yapılır. Bu proteinler immun sisteme ait proteinler (antikorlar), metal bağlayıcı proteinler, hormonlar ve hormon bağlayıcı proteinler, enzimler, vücudun ozmotik basınç dengesini düzenleyen proteinler ve benzerleridir. Eksiklikleri karaciğer yetersizliğinin, yükseklikleri ise kanda özel bir ya da birkaç proteinin patolojik olarak yüksek olduğunun ve nedeninin araştırılması gerektiğinin göstergesidir.
Albumin: Kandaki toplam proteinlerin çoğunluğunu oluşturur. Karaciğerde yapılır. En önemli görevi kanın damar içindeki basıncını koruyarak (onkotik basınç) damar dışına doğru sıvı akışının engellenmesidir. Yani, kan ve doku sıvılarının arasındaki dengeyi sağlar. Vücut salgılarının (tükrük, gözyaşı, safra salgısı gibi) temel proteinidir. Ayrıca bazı moleküller kanda albumin tarafından taşınırlar. Yağ asitleri, steroid hormonlar bunlara bazı örneklerdir. Eksikliğinde bu maddelerin taşınması ve vücut sıvılarının dengesi bozulur; ödem olur.
Globulin: Vücudun savunma sistemine ait protein grubudur. İmmunglobulinler adını da alır. Herhangi bir nedenle vücut bir hastalıkla savaşmaktaysa, genel olarak globulin fraksiyonu yükselir. Hastalığın türüne göre, alt tiplerinin araştırılması için kliniği yönlendirir. Yükselmesi kanser hastalıklarında, otoimmun hastalıklarda, enfeksiyon hastalıklarında, alerjik reaksiyonlarda detaylı araştırmaya yön verir.
Total Bilirubin:  Kırmızı kan hücreleri (Eritrosit, Alyuvar) içerisindeki oksijen taşınmasından sorumlu olan bu protein eritrositin ömru tükenip parçalandığında kana geçer. Karaciğerde idrarla atılacak şekle çevrilir ve atılır. Karaciğer yetersizliklerinde kanda miktari yükselir. Ayrıca eritrositlerin normalden fazla parçalanması, yani bazı eritrosit hastalıklarında (örn: anemiler ve benzeri hastalıklar), kanda yükselir. Hepatit (sarılık) gibi karaciğeri tutan hastalıklarda da miktarı yüksektir.
Direkt Bilirubin: Total bilirubinin karaciğerde yapısı değişerek idrarla atılan şeklidir. Bu parameter karaciğerin atılım işlemini yeterince yapabildiğinin göstergesidir. Yani, eğer bilirubinde bir yükselme var ancak direkt bilirubin normal ise, bu yükselmenin karaciğer hastalığı nedeniyle değil, kan hastalığından kaynaklandığını gösterir. İdrarda görülen bilirubin tipidir. Safra kanallarında tıkanma olduğunda veya diğer safra kesesi hastalıklarında kanda yükselir.
İndirekt Biilirubin: Total bilirubinin erirtositler parçalandıktan sonra karaciğere henüz ulaşmayan ve karaciğerde idrarla atılmaya hazır hale getirilmemiş kısmıdır. Bu parametre karaciğerin bilirubini yeterince bünyesine alıp idrarla tamamen atıp atamadığını gösterir. Bu nedenle karaciğerdeki bir yetersizliği anlamak için total bilirubinle birlikte değerlendirildiğinde, bilirubin yüksekliğinin nedeni hakkında bilgi verir.
ALT (Alanin Transaminaz, SGPT): Karaciğerde, kalpte ve daha az spesifik olarak diğer organlarda bulunan protein metabolizması ile ilgili bir enzimdir. Ancak karaciğer hücre zarında en fazla bulunduğundan karaciğer hücresinin herhangi bir hastalık etkeni ile yıpranması durumunda ilk cevap veren ve dolayısı ile ilk bilgi veren enzimdir.
AST (Aspartat Transaminaz, SGOT): Karaciğerde, kalpte ve daha az spesifik olarak diğer organlarda bulunan protein metabolizması ile ilgili bir enzimdir. Ancak en fazla karaciğer hücresinin içinde bulunduğundan eğer karaciğer virüsler, hastalıklar veya toksik maddelerle savaşıyorsa, yorulduğunda hücrelerin yıpranması artar ve bu madde kanda yükselir. Düştüğü zamanlar artık karaciğerin bu enzimi üretme yeteneğinin tükendiği aşamalardır.
GGT (Gama Glutamil Transferaz): Karaciğer ve safra kanalları arasındaki detoksifikasyon (zehirsizleştirme) görevi olan enzimdir. Herhangi bir kimyasal, alkol, ilaç veya toksik metabolik artıkların safra yolu ile karaciğerden uzaklaştırılıp idrar yolu ile atılmasından sorumludur. Yüksekliği kişinin hem karaciğerinde normalin üzerindeki metabolik sorunları olduğunun, hem de toksik maddelerle fazlaca ilişkide olduğunun göstergesidir. Aşırı alkol, kafein, ilaç ve benzeri tüketim maddeleri de bu enzimin yükselmesine neden olur.
ALP (Alkalen Fosfataz): Safra kanalları ve safra kesesinde bulunan bir enzimdir. Karaciğerde herhangi bir fonksiyon bozukluğu bu enzimin aktivitesini yükseltirken, safra kesesi hastalıkları ve safra kanallarındaki çeşitli nedenlerle tıkanmalar da bu enzimi yükseltir.
HBsAg (Hepatit B Virus Antijeni): Hepatit B, diğer Hepatit türlerine göre karaciğeri fazlasıyla yıpratan, tedavisi çok zor ve kalıcı etkisi bulunan bir virüstür. Bulaşması çok kolay olup virüs, kan ve kan ürünleri yoluyla aktif bir kişiden kolayca alınabilir. Sosyal yaşamda kuaför, berber, manikür, enjektör, cinsel ilişkiler, vb. ile, kısaca, hepatit B virüslü birinin kanına temas eden ve kişinin kendi kanı ile karışmasına neden olan her şekilde bulaşabilir. Hepatit B, bazen kişi tarafından hissedilmeden bağışıklık sistemi tarafından korunur. Bu nedenle, aktif olmasa bile, taşıyıcı olarak toplumda bu virüsün DNA’sına sahip birçok kişi vardır. Dolayısıyla, virüsü almak çok yakın bir ihtimaldir. Bu nedenle her birey, çevresine ve kendisine zarar vermemek adına bu testi yaptırmalıdır.
Üre: Protein yıkımının son ürünüdür. İdrar yoluyla atılır. Kanda yüksek olduğunda toksiktir. Böbreklerde ürenin atılmasına engel olacak bir sorun varsa, kanda yükselir. Yükselmesi vücutta herhangi bir protein üretim ve yıkımının böbreğin atma kapasitesini aşacak kadar arttığını, veya böbreğin üreyi atmasını engelleyen böbrek iltihabı (glomerulonefrit), tümör, böbrek taşı gibi bir sorunun varlığını gösterir. Üre yüksekliğine derhal müdahale edilmesi gerekir.
BUN (Blood Urea Nitrogen): Kandaki üre yüksekliğinin üre molekülü üzerindeki azot olarak ifadesidir. Bu test bazı klinik ve klinisyenler tarafından tanı ve tedavide farklı bir referans olarak kullanılır.
Kreatinin: Kreatinin vücutta böbrek, karaciğer ve pankreasta sentezlenen bir proteindir. Görevi fosforu bağlı tutarak vücudun yaşam kaynağı olan enerji sentezi sırasında kaslara fosfor temin etmektir. Enerji eldesi tamamlanınca, yeni fosfor molekülleri bağlamak üzere yeniden kullanılır. Böbrekte günlük kreatinin atılımı yaklaşık 2 g/gündür. Gerisi tutulur. Kreatinin, kas metabolizmasının önemli bir son ürünüdür ve böbreklerden idrar ile atılır. Böbrek fonksiyonları bozulmuşsa bu atılım yavaşlar ve kanda kreatinin yükselir. Kreatinin düzeyinin normalden düşük çıkmasının hiç bir klinik önemi yoktur. Kreatinin kanda yüksek ise böbrek fonksiyonlarını anlayabilmek için testi 24 saatlik idrardaki kreatinin ile yeniden çalışmak gerekir. Bu teste kreatinin klerensi denir.
Ürik Asit: Ürik asit vücudun enerji sağlayıcı molekülü olan ATP’nin ve yaşamını yitiren hücrelerdeki DNA fragmanlarının yıkım ürünüdür. Bu yıkımlar arttığında ürik asit kanda yükselir ve eğer böbrekten herhangi bir nedenle atılamazsa, asit özelliğinde olduğu için, eklem sıvılarında ve çevre dokularda birikerek kristalleşir; gut hastalığına neden olur. Özellikle ürik asit içeren gıdalar ve genç hayvan eti tüketmek kanda ürik asit seviyesini yükseltir. 
İdrar Analizi: İdrar kanın elek sistemi gibi görev yapan, böbreklerin ürettiği bir süzüntü olarak tanımlanabilir. Vücuttaki metabolik artıklar (toksinler) su yardımı ile dışarı atılırken, atılması istenmeyen bazı moleküller, mineraller, vitaminler ayrıştırılır ve tutulur. Bunların kan değerleri ile idrarda atılımları birebir ilişkilidir. Bu maddeler kanda belli bir düzeyin üzerine çıktığında, artık böbreğin süzme kapasitesi yetersiz kalır, süzme tüpleri (glomerüller) tıkanır. İdrarda bu tıkanıklığı yaratan maddeler mikroskopla görülerek böbrek tubulilerinde hasar başladığı anlaşılır. Kanda belli oranın üzerine çıkan bir madde böbrekten atılsa da, her maddenin atılabileceği bir hız ve kapasite vardır. Buna böbreğin o madde için eşik değeri denir. Örneğin bu glukoz için 180 mg/dl’dir. Yani glukoz kanda 180 mg/dl üzerine çıktığında, artık idrarda gorülmemesi gereken, normal olmayan glukoz görülmeye başlar. Aynı şey, idrarda bilirubinin safra yoluyla atılma şekli olan ürobilinojen ve kandaki sekli olan bilirubin ve albumin (protein) için de geçerlidir.
Uzun süren açlıkta ya da şekerin bebek tarafından kullanıldığı gebelikte, vücut, enerjisini yağlardan elde etmeye çalışır. Bunun sonucunda kanda keton cisimcikleri (idardaki aseton) oluşur ki bu da asit ve toksiktir. Kanda çok yüksek olmaması gerekir. İdrarda görülmesi bu düzeyin yükseldiğini gösterir.
İdrar yollarında ya da mesanede bakteriyel bir enfeksiyon varsa bu, bakterilerden üretilen nitrit ile saptanır.
İdrarın attığı maddelerden ve suyun vücutta az ya da çok olmasından idrarın rengi ve yoğunluğu (dansitesi) değişebilir. Örneğin, idrarda protein varsa idrar bulanık, yoğun dansiteli bir sıvıdır. İdrarda bilirubin varsa idrar koyu sarıdır. A, B grubu vitamin alımında da idrar koyu sarıdır. İdrarda şeker, albumin ve diğer metabolitlerin varlığı idrarı yoğunlaştırır.
İdrar içindeki şekilli elemanlar, yani hücreler ve kristaller, idrar tüpte santrifüj edildiğinde, yani 5000 devirde hızla çevrildiğinde, dibe çökerler. Bu çökelti, mikroskopla incelenir ve böbrek tubulinlerinde bir tıkanma olup olmadığı, mesane ve idrar yollarındaki iltihap ve kanamalar, hücrelerin yapılarına dayanılarak, idrar yolları ve mesanedeki hasarlar rapor edilebilir. Hücrelerin normalin üzerindeki bir sayıda olması ya da idrarda olmaması gereken bazı şekilli elemanların varlığı, bazı hastalıkları işaret eder.
Sedimantasyon: Kanın hücre ve diğer maddelerle sıvı kısmı arasındaki yoğunluk farkını gösterir. Kanda herhangi bir hücre ya da herhangi bir molekül (şeker, yağlar, proteinler, savunma sistemleri, vb.) yükselirse, kanın yoğunluğu artar ve bu elemanların oranına göre kan elemanları hızla çöker. Bu çökme belli zamanda ne kadar yüksekse, normalin üzerinde bulunan bir ya da birkaç maddenin kanda hatalı olarak fazla bulunduğu anlaşılır ve bu maddeyi bulmak için daha detaylı araştırmalara başvurulur. Bir hastalığın ilk işaretidir (enfeksiyon, kanser, otoimmun hastalıklar, ateşli hastalıklar, vb.)
ASO (Antistreptolizin Antikor): Streptolizin, “Hemolitik streptokok” adı verilen bakterilerin salgıladığı toksinin adıdır. Bu toksinin varlığını tespit için yapılan tetkike de kısaca ASO adı verilir. ASO, romatizma gibi bazı Hemolitik Streptokok enfeksiyonlarında yükselir. Bu açıdan teşhiste ASO değerleri önem taşır. ASO’nun 300’ün üstüne çıkması, hastanın streptokok adı verilen bakteri ile karşılaştığını gösterir. A grubu bir streptokok enfeksiyonu, özellikle bademcik iltihabı ya da diş apsesi gibi bir enfeksiyon odağı da varsa, bu değerlerin yükselmesine yol açar; çünkü anatomik nedenlerle bu bölgeler, akut enfeksiyon atağından sonra temizlenmeyip streptokok barındırmayı sürdürürler. ASO; streptokok ile karşılaştıktan yaklaşık 1-3 hafta sonra yükselir. Bazen 6 ay, hatta 1 yıl kadar yüksek kalabilir. Eklem böbrek ya da kalp rahatsızlıklarında artabilir. Ancak ASO’nun yüksek oluşu bu hastalıkların kesin olarak var olduğunu göstermez. Sadece Streptokok bakterisinin vücuda girdiğini gösterir.
CRP (C-Reactive Protein): C-reaktif protein, sıkça kullanılan kısaltması ile CRP, iltihabi reaksiyonlar sırasında kanda miktarı artan ve karaciğer ile yağ hücreleri tarafından üretilen akut faz reaktanları adı verilen proteinlerden biridir. Yüksek CRP seviyeleri vücutta akut iltihabi bir reaksiyon veya bir enfeksiyon olduğuna, CRP seviyelerinin azalması da iltihabi reaksiyonun veya enfeksiyonun azalmaya başladığına işaret eder.
RF (Romatoid Faktör): Hastadaki romatoid faktör antikorlarını gösteren bir kan testidir. Normalde antikorlar, vücudun bağışıklık sistemi tarafından üretilen ve hastalık yapan bakteri ve virüslere karşı savunma yapan maddelerdir. RF antikoru ise normal vücut dokusuna yapışarak hasara neden olur ve Romatoid artritli hastaların %80’inde yüksek bulunur.
CEA (Karsinoembryonik Antijen): Tümör Marker, tümör hücresinden salınan ve sadece o tümörün yapısına ait özel bir proteindir. Normalde kanda benzeri reaksiyon veren proteinler olsa da, bir tümör marker genelde iyi huylu veya kötü huylu kanser dokusuna spesifik olarak kanda yükselebilir. CEA, hücrelerin birbirine yapışmasını (tanımasını) sağlayan bir glikoprotein grubudur. Sağlıklı kişilerin kanında çok az vardır. Ancak kanserin çeşitli türlerinde hücre çoğalması arttığından, tümör oluşumu ve doku kalınlaşması (hiperplazi) nedeniyle kanda yükselir. CEA aynı zamanda çok sigara içenlerde de yükselir. Kanserin tüm türlerinde yükselebileceği gibi kolon kanserinde en yüksek değerlerine ulaşır. Tümör markerlar çok çeşitlidir; ancak CEA tüm kanser türlerinde yükselen bir marker olduğundan kansere dikkat çekmesi açısından iyi bir tarama göstergesidir.
Kadınlar özel tümör markerlar:
  • CA 125: Over, endometrial ve fallop kanseri tüplerinde yükselebilen iyi veya kötü huylu tümör marker
  • CA 15-3: Özellikle meme kanserlerinde yükselebilen marker türü
  • CA 19-9: Özellikle over ve gastrointestinal sistem kanserlerinde yükselebilen marker türü
Erkeklere özel tümör markerlar:
  • PSA (Prostat Spesifik Antijen): Prostat bezinin büyümesinde, iyi veya kötü huylu prostat tümörlerinde belirleyici olarak kanda yükselir. Kanda yüksek çıktığı zaman bir üroloji uzmanı tarafından konu araştırılıp fPSA, biopsi gibi testlerle kanser olup olmadığı ortaya çıkar.
Ultrasonografi: Ultrasonografi, ses dalgalarının dokuya gönderilmesi ile dokuda çarpması, yansıması ve geri alınan sinyaller yardımıyla organların görüntülenerek normalin dışındaki şekillerin (tümör, duvar kalınlıkları, kistler) radyoloji uzmanı tarafından incelenmesi ve rapor edilmesi esasına dayanır. Görülen patolojik görüntüler değerlendirilmekte; genel değerlendirmeden sonra kişi ilgili uzman doktora yönlendirilmektedir.
  • Tiroid ultrasonografisi:Tiroid bezlerinin yapısı, boyut ve kitlelerinin (iyi ya da kötü huylu tümörler, basit kistler, vb.) ultrasonografik ses dalgalarıyla görüntülenmesi
  • Pelvik ultrasonografisi: Prostat, seminal veziküller ve idrar kesesinin ultrasonografik incelenmesi
  • Üst Abdominal ultrasonografi: Karaciğer, safra kesesi, her iki böbrek, dalak ve pankreasın ultrasonografik incelenmesi
  • Meme ultrasonografisi (sadece kadınlarda): Meme kitlelerinin ultrasonik ses dalgaları yardımıyla incelenmesi
Elektrogardiyografi (EKG): Kalbin kanı içeri ve dışarı pompalaması ritmik hareketleri ve kasılmaları ile olur. Bu kasılmalar kaslarda elektriksel değişiklikler ile görüntülenir ve kasılma – gevşeme paternindeki ritmik düzenden aksayan görüntüler saptanarak kalp fonksiyonu hakkında bilgi edinilir.
Ekokardiyografi: Kardiyoloji uzmanının kalbin ultrasonografisini temiz ve kirli kanın akımı, kalp kaslarının hareketi ve verimliliği, kalp kapaklarının fonksiyon ve fizyolojik yapısı, kanın akım ve pompalanma hızı yönünden inceleyerek rapor etmesidir. Bu test ile kalp anatomisi, fizyolojisi ve ilgili tüm sorunları incelenir. Gerekirse patolojiler kardiyolog yönlendirmesi ile daha ileri tetkik ve tedavilere giderek olası kalp hastalıkları riski erken fark edilir ve önlem alınır.
Akciğer Grafisi: Akciğerde halihazırda bulunan enfeksiyon, kalınlık, alveolar görüntü bulanıklıkları, kanser riski gibi bulguları düşük doz x ışını ile görüntülemektir. Radyoloji uzmanı tarafından raporlanır. Eğer şüpheli bir görüntüye rastlanırsa, kişi ilgili doktora dahiliye uzmanı tarafından yönlendirilerek daha ileri tomografi, MR, biyopsi gibi zorlu işlemler istenir ve kesin tanı konulur. En büyük risk günümüzde akciğer kanseridir. Akciğer kanseri sinsi  ve hızlı geliştiği için bu işlem kesinlikle sık sık yapılmalıdır.
Kadınlara özel görüntüleme tetkikleri:
  • Meme ultrasonografisi: Meme kitlelerinin ultrasonik ses dalgaları yardımıyla incelenmesi
  • Mammografi: Düşük doz x ışınları yardımıyla, memenin ses dalgalarından farklı bir ışınla kistler açısından incelenmesidir. Bu yolla tümör oluşumundan iki sene öncesinde bile meme kanseri teşhisi koyulabilmektedir.
  • Kemik Yoğunluğu (40 yaş ve üzeri): Kemik yoğunluğunun düşük doz x ışını verilerek incelenmesidir. Bu işlem sonucunda, belli yoğunluk kriterlerine göre analiz yapılır ve kişinin kırılma aşamasına kadar kendisinin bile fark etmediği kemik dokusundaki zayıflama T Skoru olarak saptanıp rapor edilir. Tedavisi ilgili uzmanca yapıldıktan sonra, kemik yoğunluğunun korunması sağlanabilir.
    • Lumbar: Lumbar vertebra kemik hücrelerinin yenilenme ve yıkım ve deformasyonunun göstergesi
    • Kalça: Kalça kemik hücrelerinin yenilenme ve yıkım dönüşümü ve deformasyonunun göstergesi
TSH (Tiroid Stimulating Hormone): T3 ve T4 hormonları tiroid bezinin salgı hormonlarıdır. Ancak bu hormonların salınımı hipofiz bezinden regulatör, yani düzenleyici bir hormon olan TSH tarafından uyarılır ya da yavaşlatılır. Kandaki tiroid hormonlarının yeterliliği yada fazlalığına göre, ya yükselerek tiroid bezini daha çok hormon salgılaması için zorlar ya da düşerek tiroid bezinin  daha fazla hormon salgılamasını engeller. Yükseldiği zaman diğer hormonların durumu ile karşılıklı değerlendirilmesi gerekir.
FT3 (Free T3, Serbest T3): T3 (Triiodotiroksin) tiroid bezleri tarafından salgılanan bir hormondur. T4 (Tetraiodotiroksin) hormon ile beraber vücudun bağlayıcı proteinler, diğer proteinler, enzimler, mineral ve vitamin metabolizması, hormonal sinyaller, büyüme gibi birçok metabolik işlevini düzenler. T3 hormonu tiroid bezinden salgılandıktan sonra bağlı olduğu albuminden ayrılarak kanda aktif olan serbest haline döner. Bu nedenle aktif halini test etmek daha doğrudur. Eksikliği hipotiroidi, fazlalığı hipertiroididir. Hipotiroid hastalar halsiz, kilolu, yavaş metabolizmaya sahip iken; hipertiroid haslar kilo alamayan, terleyen, sinirli, hipertansif kişilerdir. Tiroid hastalığının genetik olarak görülmesinin yanında toksik, iyot alımı ile ilgili, immunolojik tipleri de vardır. Çok net belirtiler vermeden fark edilip tedavi edilirse tedavi ile sorunsuz yaşam sürdürülebilir.
FT4 (Free T4, Serbest T4): T3 gibi, tiroid bezleri tarafından salgılanan bir hormondur. T3 hormonu ile beraber vücudun bağlayıcı proteinler, diğer proteinler, enzimler, mineral ve vitamin metabolizması, hormonal sinyaller, büyüme gibi bir çok metabolik işlevini düzenler. T4 hormonu tiroid bezinden salgılandıktan sonra bağlı olduğu albuminden ayrılarak kanda aktif olan serbest haline döner. Bu nedenle bu aktif halini test etmek daha doğrudur. Eksikliği hipotiroidi, fazlalığı hipertiroididir. Hipotiroid hastalar halsiz, kilolu, yavaş metabolizmaya sahip iken; hipertiroid haslar kilo alamayan, terleyen, sinirli, hipertansif kişilerdir. Tiroid hastalığının genetik olarak görülmesinin yanında toksik, iyot alımı ile ilgili, immunolojik tipleri de vardır. Çok net belirtiler vermeden fark edilip tedavi edilirse tedavi ile sorunsuz yaşam sürdürülebilir.